Her şeyin o kadar çok ki,
karanlığın,
aydınlığın,
umudun,
umutsuzluğun,
sevgin,
sevgisizliğin….
Bir şeyi o kadar çok seviyorsun ki, başkalarının da onu sevmesi, yanında olması mümkün olmuyor, izin vermiyorsun. Denk olamaz kimsenin sevgisi seninkine, kimse senin kadar sevemez, kıymetini bilemez… Kimsenin senin gibi sevemeyeceği bu alandan bir çok sevgisizlik türüyor, sevgisizlik çoğalıyor…
Mesela aydınlığı ve umudu o kadar sahipleniyorsun ki, başkalarına sadece karanlık kalıyor. Oysa herkes içindi o umutlar, ama o, o kadar senin oldu ki, dili senin, rengi senin. Başkalarına yabancı… O umut ve aydınlık içinde başkalarına yer bırakmadın. Ama yine de sesleniyorsun diğer insanlara oraya gelmeleri için. Seni anlamıyorlar. Senin renginden ve dilinden olan o alan onlara bir şey ifade etmiyor, “demek ki akılları almıyor” . Kim bilir!
Karanlık ve sevgisizliğe kalıyor meydan. Aynı kelimelerle, farklı dilde değil, farklı dillerle aynı kelimeleri anlatmayı başardığın güne kadar…