Her insanın içi bir evrendir. İçsel çocuğun gün batımlarını seyrettiği, yıldızlı gecelerde kayan yıldızlardan dilekler dilediği, orman patikalarında kaybolduğu, kuşlarla sohbet ettiği ve nisan yağmurlarında ıslandığı…
Ama işler bazen yolunda gitmez. Yağmur sele, güneşli günler fırtınaya dönüşür. Her şeyi yıkıp yok eder fırtına. Bazen güneş bile olması gerektiği yerde değildir.
Bazen o fırtınada yalnız kalır çocuk. O zaman, korkup kuytularda saklanır, kimse kendisini görsün istemez, küçülür. Bir tohum kadar, bir tomurcuk kadar küçülür. Kaybolmak ister, sesi, sözü, isteği görünsün istemez. Toprağa gölgesi düşsün, dünyada ağırlığı olsun istemez. Gözden kaybolur. Neden yalnız kaldığını bilemez bir çocuk. Nerden bilsin!
O yüzden çizdim ya onca kuşu. Dünyadaki ağırlığından, varlığından korkan çocukların düşüydü uçmak. Uçtuğunda mümkündü kaçmak, gölgelerden ve karabasanlardan. Kaç düşte ve rüyada kuşa dönüşmüştüm gerçekten? Kaç sokak, kaç gece, kaç kıta kaçmıştım karabasanlardan. Kaç gece taşikardiydi? Kaç gece sıçrayarak uyanmıştım da gören olmamıştı?
İnsanlar ne kadar da kör olabiliyorlardı, sevdiklerine ve bildiklerine karşı. Hoş insan kendine bile kör olabilir, bundan şaşırtıcı değildir başkasına görüşün bozukluğu, yahut yokluğu. Hayat da zaten bir görme bozukluğudur!

Vel hasıl, kuşlar çizdim. Küçük bir bendim, ötekiydi, sendin. Dünyadan “hafif adımlarla geçmenin hoş bir güzelliği” olduğuna inanan, ama buna neden böylesine inandığını bilmeyenler… Didem Madak’ın “protez bacaklarını” bir iç yangınıyla okuyanlar… Nilgün Marmara’nın yalnızlığına aşina olanlar… bağırdığında sesi duyulmadığından belki dile gelmemiş sözcükleri duymayı öğrenenler… Küçük bir bendim, ötekiydi, sendin kuşlar.
Eş zamanlı korkabilir insan yaşamdan ve ölümden. Bazen eşanlamlıdır, zıt kelimeler. Bazen yaşanan her an ve her nefes için kaslardan, hücrelerden ve atomlardan fazlası gerekir. Çok daha fazlası. O yüzden kahramanlıktır ya yaşamak!
O yüzden çizdim ya onca kuşu. Yaşama bir tırnak geçirmeydi, direnmeydi kuşlar… Uçmaya inattı! Malum hayat içimizdeki kırılmış cam parçacıklarını temizleme uğraşı bir nevi. Hep görmediğiniz bir parça çıkıyor kuytulardan. Hep sorular bilmediğimiz yerden geliyor. İyileştirdiğimiz bozuluyor, onardığımız kırılıyor. İnadımız sağ olsun. Direniyoruz her gün!
Çok kuşlar işledim hayata karşı ve sonunda kuşlar simurga dönüştü. Öylelikle ölmekten ve ölmemekten, yaşamaktan ve yaşamamaktan korkmaktan vazgeçtim. Kaçmaktan vazgeçtim. Ölmekle barıştım. Derken olmakla barıştım. Gatlif filminde bir sahneydi ölüm; mezar başında dans ettiğin, yahut ormanın içinde delice koştuğun. Yaşam ve ölüm, döngü bile değildi işte birdi! Ne kaçmaya ne varmaya ne de uğraşmaya gerek yoktu. Hepimiz simurgduk işte. Ateşimiz de küllerimiz de içimizdeydi.
…Her insanın içi bir evrendir. İçsel çocuğun gün batımlarını seyrettiği, yıldızlı gecelerde kayan yıldızlardan dilekler dilediği, orman patikalarında kaybolduğu ve kuşlarla sohbet ettiği…
İçsel çocuğum, yavru kuşum… Burdayım! Sen ve tüm çocuklar için. Uçmaktan korkma!

neden çizdin bunca kuşu
ki en güzel baykuşu
eline değdi diye bir goncanın yokuşu
sesini senden alacak
izini senden
kaleminden.
BeğenBeğen