öğrenci hareketleri üzerine

Öğrenciler…öğrenciler..

Önce İstanbul Teknik Üniversitesinde, sonra Mülkiye’de, ODTÜ’de ve Akdeniz Üniversitesinde gerçekleşen öğrenci eylemlilikleri öfkeli bir polis şiddetiyle bastırıldı. Polisin öğrenciye dönük şiddetine alışmıştık aslında. Her seferinde öğrencilerin bir grup terörist, ayrılıkçı veya bölücü gibi sıfatlarla tanımlanması da alışıldıktı. Ancak bu sefer eylemlerin görünmezliğe itilişiyle karşı karşıya kaldık. Ve asıl dikkat çekici olan eli kalem tutanların, kanaat önderi geçinenlerin tutumları oldu. Onlar öğrencilerin kendilerini var etme, görünür kılma ve üniversitelerine sahip çıkma çabalarından herkesten daha çok rahatsız oldular ve kalemlerini bu korkularını bastırmak için öğrencileri karalamak için kullandılar. 

Her yerde bir çok örneği olan yaklaşımdan iki örneği almak yeterli; ilki star gazetesinden Berat Özipek diğeri de Sabah’tan Emre Aköz. Berat Özipek Star Gazetesindeki köşe yazısında Mülkiye’de Egemen Bağışı protesto eden gençleri “arkadaşlarının düzenlediği etkinliği sabote eden bir grup şımarık” olarak nitelendirmiş, daha sonra da faşist ve alaturka sosyalist olarak… Garip olan da yazının başlığının “Üniversiteler bizimdir” olması. Özipek eylem yapan gençlere, diğer arkadaşlarının tepkisiz kalmasınının aslında onlara karşı bir tepki olduğunu dillendiriyor ve ekliyor bunu anlamayan gençler “örgütlü azınlıklar örgütsüz çoğunluklara hükmeder” kuralı ile hareket ediyorlar”. Oysaki onlar da biliyorlar örgütlü bir avuç insanın, AKP demokrasisinin savaş açtığı 1980 darbesiyle başlayan depolitizasyon sürecinin bir sonucu olduğunu. Velhasıl 1980 darbesine karşıyız ama sonuçlarına değil!

Sabah Gazetesinde Emre Aköz’ün yazısı da aynı rahatsızlığın ve öfkenin sonucu. Akdeniz Üniversitesi’nde kariyer günlerinde gerçekleştirilen eyleme vermiş veriştirmiş. Öğrenciler, milliyetçi, devletçi ve utanmazmış, çünkü parasız eğitim istiyorlarmış daha neler neler. Sonuç olarak iktidarları boyunca bilime ve eğitime yaptıkları katkılar göz önünde olan, bu süreç boyunca 78 üniversite açan AKP’yi üniversiteden kovan gençlerede ancak uzun eşşek oynamak yakışırmış.

Ben insanların eğlenmediği bir devrimin gerçekleşmeyeceğine inananlardanım, ve ODTÜ’de polise kartopuyla, birdirbirle ve uzun eşşek oynayarak cevap veren gençlerin mesajının net olduğunu düşünüyorum: “Üniversiteler bizimdir”. Bu eylemlilikten vebadan korkar gibi korkanların yeri değildir üniversiteler. Orayı kendi arka bahçesine çevirmeye çalışan şirketlerin ve iktidarın da değildir. Diğer kritik nokta ise insanda kalıcı hasarlar bırakabilen biber gazı, ve polis copuna karşı yumurta atan öğrenciyi aynı şiddet karesine almanın aymazlığı! Kimi gazetelerin iddia ettiği gibi biber gazından öğrencilerden çok polis ve gazetecilerin zarar gördüğünü söylemek her şeyden önce insani ve ahlaki değildir.

Gelelim asıl meseleye, üniversiteler kimindir sorusuna, Özipek’in çok rahatsız olduğu, faşizan bulduğu bu ifadenin altını nasıl doldurmak gerekir? Onun gibi çoğulcu önermeler midir üniversiteyi üniversite yapacak? Herkesin midir gerçekten üniversite?

Bir arkadaşım söze başlarken hep altını çizerdi “üniversite” yani “evrenkent” diye. Basit bir çevirinin ötesinde bir şeyler anlatıyor bu kelime, öncelikle evrensel değerlere dayanan, bilimsel yanını anlatıyor üniversitenin. Burada üniversiteyi tanımlamak için 1988 yılında yayınlanan “Yüksek Öğretim Kurumlarının Özerkliği ve Akademik Özgürlük Üzerine Lima Bildirgesi” ne bakmak yerinde olacaktır. Bildirgeyi benim için anlamlı ve sözü edilir kılan ise bildirgenin ülkelerin ekonomik ve teknolojik gelişimi için üniversitelerin uyumlulaştırılması kaygısından hareket etmek yerine (Bologna sirecinde olanın aksine), akademik özgürlük ve bilimsel gelişim için oluşturulmuş olmasıdır.

Lima Bildirgesi tam da bugün üniversitede nefes almakta bile zorlanan akademik çevreden bir çok insanın kaygılarına paralel olarak, Dünya Üniversite Servisi (WUS) tarafından deklare edilmiş bir bildirge.  Dünya Üniversite Servisi çeşitli ülkelerde de kendini var eden, ve akademik çevreden oluşan bir yapılanma.  WUS’u bu bildirgeyi ilana iten ise bildirgenin önsözünde belirtildiği üzere “yükseköğretim kurumlarının akademik özgürlüğünü zayıflatıcı, sınırlandırıcı veya baskı altına alıcı ciddi bir eğilimin ortaya çıkması”. Bildirge ekonomik ve politik çıkarların akademik özgürlüğü kısıtlandırdığı ve öğretmenlerin, öğrencilerin, araştırıcıların ve eğitim yazarlarının insanlık haklarının giderek daha fazla kısıtlandığı bir ortamda tepki metni olarak hazırlandı. Ulusal komitelerin değerlendirmesi ve 50 den fazla uzman kuruluşun incelemesinden sonra nihai hali ilan edildi. Metin 1980lerin durumunu analizden sonra üniversiteye dönük bir ilkeler bütünü, akademik özerklik tanımı, akademik özgürlük kriterleri ortaya koyar.

Tam haline MEB’in kendi sitesinden de (http://yogm.meb.gov.tr/LimaBildirgesi.htm veya http://www.onurumuzusavunuyoruz.org/dokumanlar/lima.pdf)  ulaşabileceğimiz metinde belirtilen ilkeler ise şu şekilde;

a) Her insan eğitim hakkına sahiptir.

b) Eğitim insan kişiliğinin ve onurunun tam gelişimini sağlamaya yöneliktir ve insan haklarına, temel özgürlüklere ve barışa duyulan saygıyı pekiştirir…

c) Her devlet, her tür ırk, renk, cinsiyet, dil, din, politik ya da başka görüş, milliyet veya toplumsal köken, ekonomik durum ya da başka bir statüye ilişkin olarak herhangi bir ayrımcılık yapmadan eğitim hakkını güvence altına almalıdır. Her devlet, ulusal gelirinin uygun bir miktarını eğitim hakkından tam anlamıyla yararlanılabilmesini sağlamak amacıyla ayırmalıdır.

d) Eğitim olumlu bir toplumsal değişimin aracıdır. Dolayısıyla, eğitim bütün hak ve özgürlüklerin tam olarak edinilmesine yönelik bir biçimde statükonun değiştirilmesine katkıda bulunmalı ve daimi biçimde değerlendirilmeye açık tutulmalıdır.

Bildirgede akademik özgürlük; akademik bir çevre üyelerinin tek tek ya da toplu halde bilgiyi araştırma, inceleme, tartışma, belgeleme, üretme, yaratma, öğretme, anlatma veya yazma yoluyla edinmelerinde, geliştirmelerinde ve iletmelerindeki özgürlükleri, olarak tanımlanıyor.

Şimdi tam da bunların yokluğunu çeken öğrencilerin eylemlilikleri yada bu yokluğa alışsın alışmasın bir sessizlik kültürüne itilmiş olması ve sessizliği bizlere ne anlatıyor. Sessiz kalan bir çok öğrencinin zihninde copla ve biber gazıyla kazınmış korku sahneleri, fişlenme kaygıları olduğunu kim inkar edebilir. Her fırsatta katılımcılık söylevleri çekenlerin, gençlerin sokakta hak talep etmesine tahammülsüzlükleri ne ifade ediyor. Katılımı sen konuş ben kafamdakini uygularım şeklinde uygulayanlara karşı insanların bir araya gelmesi, protesto etmesi ve hak talep ediyor olmasından daha tabii ne olabilir. Bunun kendisi tamda katılım değil midir?

Şimdi gençler, öğrenciler sokakta, kampüste kendilerini, taleplerini dillendiriyorlar Türkiye’de İspanya’da ve İngiltere’de. Öğrenciler demokratik ve özerk üniversite istiyor, şirketler için değil bilimsel kaygılarla üretmek istiyor, herkes için eğitim hakkı istiyorlar, bu yüzden çok rahatsız oldu kalem tutan eller, kanaat önderi geçinenler. Çünkü, öğrencilerin talep ettikleri düzende onların yeri yok.

Bir Cevap Yazın

Please log in using one of these methods to post your comment:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s