Taş olsam erir idim
Toprak oldum da dayandım
Demir olsam çürürdüm
Toprak oldum da dayandım… (bir ağıttan)
O kadar hiddet ve şiddet varken, o kadar acı varken böylesine huzurlu haller… Ülkenin her yanından ağıtlar yükselirken her şeyin güllük gülistanlık gibi oluşu, hayatın kendince keyfince akışı…
Televizyon artık polis şiddetini aktarırken her şeyi olduğu gibi yansıtabiliyor, sıradan öylesine bir şeymiş gibi ekranda sürüklenen insanlar, böcek gibi gaza boğulanlar, sahi bu nasıl böyle olabiliyor?
Eskiden şiddeti haklı kılacak görüntüler, cümleler, hikayeler eklenirdi şimdi buna bile ihtiyaç duyulmuyor olması! bu rahatlık neden?
Benim bildiğim bu ülkenin insanları çok sustu acılara, yıkımlara, yangınlara, sürgünlere, işkencelere, zulümlere… Sustular çünkü başkalarının acılarının hep haklı bir hikayesi, hak edilmişliği vardı… Maraş’ta katledilenlerin, Sivasta yakılanların, sürgün edilen Ermenilerin, katledilen Kürtlerin, işkenceden geçenlerin bir suçu vardı. Kimi düşmanla işbirliği yapmıştı, kimini kullanmışlardı, kimi dini duygularımıza dokunmuştu. Nede olsa çok kırılgan ve hassas bir memlekettik, insanlara mal olsa da kati önlemler alınmalıydı! Zulüm meşrulaştı gitti böylece.
Bu susmalar, meşrulaştırmalar öyle büyüdü ki artık Ortaçağ engizisyonunu aratmayan bir işkence tarihinin, katliamların, ölümlerin üstünde sessiz sedasız yüzleşmeksizin oturur haldeyiz. Yaramazlık yapan çocuğun uslu sessiz duruşu da değil bu, çünkü ne yaptığımızın farkında değiliz.
Her susuşun bir suça ortak oluşu aklımızın kapısını çalmıyor… Bu sessizliğin yerimizi daralttığını, boğazımıza çöktüğünü, biz düştüğümüzde de bizim düşüşümüze kimsenin ses çıkarmayacağını görmüyoruz. Sessizlik büyüyor, dayanışma ölüyor.
Devletler güçlerini, zihinlerdeki gaddarlıkları onaylayan bu sessizlikten alıyorlar. En otoriter yönetim dahi bu meşruiyet olmaksızın kendisini, şiddetini sürdüremiyor. Ve dünyanın her yanında iktidar kanlı cümlelerini insanlara kurduruyor.
Bir gün darbe, cezaevi koşulları ve işkence üzerine konuşurken biri “o çocuklar da kendilerini yaktılar” demişti. İşkence sebebi birden o gencecik insanların kendisi oluvermişti. Cümleyi kuran kişi tanıdığım en sevecen ve en iyiliksever insanlardan biriydi oysa!
Düşününce insan sormadan edemiyor hayatta kurduğumuz cümlelerin ne kadarı bize ait ki? Ağzımızdan çıkanların kaçı vicdanımızla, değerlerimizle üzerinde düşünerek oluşturduğumuz cümleler. Cümlelerimizin bize olan yabancılığı birbirimizle iletişimimizi birbirimizi anlamayı da zorlaştırıyor. Dublaj yapılan kuklalardan kalmıyor bir farkımız.
Biz gerçekten bir kukla sahnesindeyiz
Kuklacı felek usta, kuklalarda biz
Oyuna çıkıyoruz birer, ikişer;
Bitti mi oyun, sandıktayız hepimiz
Ömer Hayyam
Hatice Kapusuz