Dert anlatmanın bin bir türlü yolu var, bir de derdimi iple, şişle, renklerle, örgüyle anlatayım dedim, bunlar çıktı ortaya… Kimi şaşkın kimi heyecanlı, kimi bilmiş, kimi düşünceli… Sanki örerken birilerine kızdığım, bir şeye heyecanlandığım belliymiş gibi. Az biraz nefes almak için ipe örgüye sarılınca bir yandan rahatlamış buldum kendimi, bir yandan da yüz yıllardır bu toprakta ilmek ilmek halı dokuyan, çeyiz hazırlayan, çocuğuna bayramlık yetiştiren, perdesini, bohçasını işleyen kadınları düşündüm. Her bir ilmekte, her bir renkte susulan, boyun eğilen, içe atılan kaç dert vardı – var kim bilir. Her şeyi yoktan var etmek dışında yolu olmayan, tüm dünyası evi olan ama o ev içine başka başka dünyalar sığdıran kadınların dertleri ve düşleri….
Benim çocukluğum bir ayakkabı almanın, bir elbise almanın bayramdan bayrama mümkün olduğu bir dönemde geçti. Annem bayram sabahı biz giyebilelim diye arife gece yarılarına kadar kazağından eteğine bir şeyler örerdi. Herkesin kıyafeti çok güzel olurdu da bir tek kendininkini tam denk düşüremezdi. Mağazadan giyinmenin lüks olduğu zamanlarda herkesin gözünün düştüğü kadar güzel şeyleri örer çocuklarına giydirirdi. Biyolojik olarak anne olduğundan, kutsallığından değil, çocuğu ve evi içinde böylesine emek emek bir huzur alanı yarattığı için saygıyla eğiliyorum karşısında. Ve annem nazarında bu coğrafyada ve tüm dünyada yoktan var etmeyi öğrenmiş tüm kadınlar karşısında saygıyla eğiliyorum. Düşünmeye, örmeye ve paylaşmaya devam…