Gezi’den Umuda İnce Bir Yol Gider!*

“Üzgün olmaktansa öfkeli olmayı yeğlerim”  demişti Ulrike Meinhof. Öfkeli olmaktan güçlü olan bir duygu varsa o da umut! İkisi arasında da yadsınamaz bir bağ var elbette.

Geçtiğimiz 30 yıla damgasını vuran umutların ve hayallerin bir darbenin kanlı elleriyle boğulmasının ardından öfkelerin korkulara, korkuların da hayat kaygılarına evrilmesiydi herhalde. Doğan her çocuğun kodlarına bunlar ev sohbetlerinde, sokak aralarında ve medya görüntüleriyle yerleşti. Böyle yetişti bir kuşak.

Umut edebilenler ve umutlarını kaygılarına teslim etmiş olanlar arasına korkunç duvarlar inşa edildi. Bazı kampüslerin, umudu var etmeye çalışan hanelerin duvarıyla çevriliydi umut. Ne zaman kamusallaşsa ya bir duvar, ya parmaklık ya da ekranın ardındaydı birçokları için.

Tüm toplumsal analizler uzun uzun sorunlar tanımlayıp, değişim için… diye başlayan temenniler ve önerilerle bitiyordu. Sürekli yeni yollar, yöntemler aranıyordu. Elbette bir çoğu çok kıymetli fikirler sundu, kafalarımızda pencereler açtı. Ama o arzulamak, ilke edinmek ve umut edebilmek arasındaki mesafe son yıllarda gitgide açılmıştı.

Bunu yarım bıraktığım bir çok yazım olduğunu fark ettiğimde yeniden anladım. Bir kızgınlıkla, ya da can sıkıntısıyla başlamış değerlendirme yazıları, toplum, insan ilişkileri, korkular üzerine. Genel tonları umutsuz ve ağır. Tamamlamak için döndüğümde, tamamlamama engel bir duygu buldum içimde. Mevcut olan ne kadar zor ve baskıcı olsa da daha umutlu bitirebiliriz cümlelerimizi artık. Mevcut olanı değişebilir bir durum olarak resmetmek ve farklı görmek daha mümkün.

14h

Pek tabii ki bu umudun kaynağında Gezi Parkı var. Bu yüzden de bu durumun müsebbibi olan Gezi Parkı olaylarıyla başlayıp ülkeye yayılan tüm eylemlilikler çok kıymetli. Kıymeti de en çok insanların aradığını birbirlerinde bulmasından geliyor.  Umutların bir lidere, orduya, Allah’a, mehdiye havale edilmediği, herkesin birbirine umut olduğu bir süreç.

Tam da bu kadar senle, benle ilgili olduğu için büyük teorilerle Gezi üzerine büyük harfli analizler yapılmasından pek hazzetmiyorum. Belki on yıl sonra ama bugün değil. Herkesin umudunun ve deneyiminin çok kıymetli olduğu bir süreç, içinde olduğumuz.  Hareketin kendisinin ve içindeki herkesin söyleyeceği çok kıymetli sözler var. Badio’nun söylediği gibi, toplumsal hareketlere öğretmen olmak yerine, onların onların öğrencisi olmalıyız. Zira herkesin birbirine öğrettiği bu öğrenme süreci aynı dili konuşmamızı mümkün kılabilir.

Aynı dili konuşmanın kapısını araladığı değer elbette dayanışma. LGBTT onur haftasının  bu yıl Avrupa’daki en kalabalık yürüyüşle sonuçlanması, 2 temmuz Madımak anmasının tüm yıllardan daha kalabalık olması tam olarak da bunun sonucu. Acının dilinin Taksim’de, Lice’de, Ankara’da, Hatay’da aynılaşması için bir umudun doğması, kaç acı için bir çaredir kim bilir.

Sonunda neye evrilirse evrilsin artık herkes 28 Mayıs’tan önceki düşünce kalıplarından uzak. Bir iktidarın ilmek ilmek içimize yerleştirdiği değer ve algılar eski gücünü kaybediyor. Eski cümleleri kurmak içimizden gelmiyor, sokaklar ve duvarlar da aynı değil ne kadar duvar yazılarını silmeye çalışsalar da!

*yazı aynı zamanda Radikal Blog’dada yayınlanmıştır.

 

Bir Cevap Yazın

Please log in using one of these methods to post your comment:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s