Yazmak hiç bu kadar zor olamamıştı. Tarih bizi kapanmayacak acılarla sınıyor. Tanıklığı tarif edecek kelimelerin dilden dökülmesi öylesine zor ki, ne desen hafif, ne söylesen yakıcı. Acı ise hiç küllenemiyor. Yas tutmaya vakit bulamadan yeni acılar ve ölümler ekleniyor üst üste. Vicdanla dalga geçen bir iktidar; yargısıyla, yürütmesiyle, memuruyla her gün daha fazla kanırtıyor yaralarımızı.
Tüm bunların içinde delilikle direnmek arasında bir sınırda yürüyoruz. Ne devlet var, ne de adalet. Yokluklar içinde yan yana durmaya çalışıyoruz. Bu sefer ellerimiz daha sıkı sıkıya bağlı birbirine. Ölürsek diğerini arkada bırakmayacak kadar, hayatta olduğumuz süre boyunca da kimsenin düşmesine izin vermeyecek kadar sıkı! İyiliği ve dayanışmayı örgütlemeye çalışıyoruz, kötülüğü ve karanlığı örgütleyen iktidara karşı.
10 Ekim Ankara Katliamı sonrası çekilen fotoğraflara ve videolara bakıyorum bilmem kaçıncı kez. Bir barış anasının; kim bilir kaç gün evladının dönmesini beklemiş pencere önlerinde, ağıdı yükseliyor “Aney kurban neden yatıyorsunuz kalkın”. Oysa beyazlar içinde gelmişlerdi elleri kınalı. Reva mı yavrusunun kemiklerine bile razı olmuş bir anaya böyle bir acı, hâlâ barış diyebiliyorken! “Biz kimse ölmesin istemiştik” diye feryat ediyor, 40’larındaki bir amca o mahşer yerinde. Kimse ölmesin diye bayram coşkusuyla kilometrelerce yol gelmiş o gül güzeli insanlar yerde, cansız, kan revan içinde.
Yerde gördüğüm her yüzü isim isim tanıyorum artık. Yaşarken tanışmadığım 101 canı isim isim, gülüşüyle, derdiyle biliyorum. İsyanlarını, #10EkimdeAnkaradayız diye attıkları son tweetlerini, umutlarını biliyorum. Keşke böyle tanışmasaydık, ya hiç tanışmasaydık yahut bir sabah seherinde çay içseydik Ankara’da. Hem Ankara biraz sabah ayazı, biraz da çay buğusu demekti. Artık tarifi zor Ankara’nın. Şimdi gar önünde, Kızılay’da yere basamıyoruz, ayaklarımız yanıyor. Hiç düşmemiş gibi izlerini silmeye çalışsa da muktedirler hala aynı yerde yatıyorlar. Arabalar geçiyor düştükleri yerden. Ellerinden tutup kaldırsam, her birine tek tek sarılsam istiyorum. Son nerede düşmüşler yerlerini anlamaya çalışıyorum her görüntüde, düştükleri yerde onları sonsuzlaştırma sorumluluğu ve umuduyla.
#10EkimdeAnkaradayız hastagine yazılanları okuyorum. İlk tweet 20 Eylül’de atılmış. Sokak yazıları, sloganlar, videolar, gelemeyeceğine hayıflananlar. 8 ve 9 Ekim’de onlarca otobüsle yola düşmüş molalarda halaya durmuş, zafer işaretiyle poz vermiş binlerce güzel insan. Ve 10 Ekim sabahı Ankara’ya ilk merhabaları. Fotoğraflar arasından tek tek seçebiliyorum gidenleri, kimbilir kaç kez baktım fotoğraflarına, gözlerim diğerlerini arıyor. Gitmeden önceki o son gülüşü, bulmak ve sonsuz kılmak boynumuzun borcu.
Katledilenin ne kadar büyük bir umut olduğunu anımsıyorum tekrar. 9 Ekim’deki heyecanımı, bu sefer olacak, çok gür çıkacak sesimiz, çok güzel olmalıyız, barış için donanmalıyız duygumu. Şehrimizi geri almadan, gideni hakkıyla uğurlamadan, yasımızı tutmadan güler miyiz tekrar öyle bir umutla, gülebilir miyiz?
Ve #10SıfırDört o bayram coşkusunun katledildiği an! Yine devlet yok, sistem yok, resmi görevli yok! İlk ambulansın alana geldiği saat 10.37. Başsavcı vekilinin alana gelişi olaydan 2,5 saat sonra. Tüm kolluk kuvvetleri seyirci ya da karşı tarafta. Binlerce insanın bulunduğu patlama alanında, olay anında hayatını kaybeden ve yaralanan 500 kadar insanın ilk müdahalesi, taşınması, yönlendirmesi tamamen alandakiler tarafından yapılıyor. Sedye yok, araç yok, yönlendirme yok. Ülkenin en büyük katliamında kriz yönetimi tamamen eylem sorumluları tarafından yapılıyor. Olay sonrasında hastane, adli tıp ve morglarda kriz yönetimi ve bilgilendirmesi de tamamen çağrıcılar, partiler ve Halkevleri gibi yapılar üzerinden yapılıyor. Yine tek bir resmi görevli yok, bir bardak su vermeye veya bir yaraya derman olmaya.
Kötülük ne kadar güçlü olursa olsun yenilmeye mahkum iyilik ve insanlık karşısında. O gün alanda başlayan süreç bugün kolektif, hiyerarşisiz ve olağanüstü bir emekle birçok yerde devam ediyor. Bu süreci hiç bir detayı atlamadan, her emeğin, her umudun kaydını düşerek, adalet sağlanıncaya ve hakikat ortaya çıkana kadar sürdüreceğiz hep birlikte. Gücümüzün iki temeli var biri barış umudumuz ve sözümüz, diğeri ise yüreğimizdeki yangın yeri. Acımızı ve umudumuzu örgütlemeye, yan yana durmaya ve çoğalmaya devam edeceğiz, kötülüğün örgütlülüğüne karşı. Devlet ve sistem yoksa, dayanışma var! Daha iyisini, daha güzelini örmek için her zaman da var olacak.
Hatice Kapusuz
On Ekim Dayanışması
onekimdayanismasi@gmail.com
onekim.org