Vatandaş “Terbiye” Aracı Olarak Çocuk Kitapları

Bu başlık altında ele alacağımız “vatandaşlık” modern devlete ilişkin bir kavram. Vatandaşın ne yaptığıyla ilgilenen onu terbiye etmeye çalışan devlet aklı modern ulus devletin bir unsuru. Modern devlet öncesi devlet biçimlerinin vatandaşları veya tebaasıyla kurduğu ilişkinin daha esnek bir bağ olduğu söylenebilir. Örneğin Osmanlı’ya baktığımızda derdi vergisini toplamak, askere almaktır. Onun dışındaki gündelik hayat müdahalesi daha kısıtlıdır. Bu kısıtın sebeplerinden biri de elbette müdahale araçlarının sınırlı olmasıdır. Oysa modern devlet tek tip bir vatandaş yaratmak ister ki iddiası budur (tek din, tek millet, tek kültür vb). Aynı zamanda bunu yapabilecek araçlara sahiptir. İddiası gereği birbirine benzeyen bir kitleyi yönetmek ulus devletin devamı için zorunludur. Bu sebeple eğitim, din, iletişim araçlarıyla kitleyi tek tipleştirmeye çalışır. Bu tek tipleştirme “Vatandaş Türkçe Konuş” söylemlerinden adabı muaşeret kurallarına kadar uzanır. Bu pedagojik yaklaşımın önemli araçlarından biri de çocuk kitaplarıdır.

 

Söz konusu devlet modern, ulus devlet olması ve kapitalist üretim ilişkilerine dayanması itibariyle çocuk kitapları üzerinden sürdürülen “terbiye” etme derdinin temel unsurlarını;

  • Kadın – erkek ilişkisi,
  • İktidar ve devlet algısı,
  • Para ve mülkiyet ilişkileri
  • İnsan – doğa ilişkisi

gibi başlıklar altında ele alabiliriz.

Çocuk edebiyatı ve çocuk kitapları çok kapsamlı şekilde ele alınabilecek bir konu. Çeşitli yaklaşımlar bulunuyor.  Çocuğa ne anlatılır ne anlatılmaz, ne uygundur konusu epey farklı yaklaşımı içeriyor. Ancak benim yakın olduğum yaklaşım için Yaşar Kemal’e referans verebilirim. Yaşar Kemal “Çocuklar İnsandır” kitabında çocuk edebiyatı tanımının çocuğu küçümseyen yaklaşımını eleştirerek, çocuk edebiyatı diye ayrı bir kategori tanımlamaya karşı çıkar. Bu noktada Yaşar Kemal masal, fıkra gibi edebiyat türlerinin yetişkin ve çocukların birlikte dinlediği türler olduğunu ifade eder. Buraya tamamlayıcı bir unsur olarak başının İsveç Çocuk edebiyatının çektiği kuzey edebiyatının benzeri bir yaklaşım benimsediğini ve çocuklara her şey anlatılır ilkesiyle hareket ettiklerini ekleyebiliriz. 

 

Yaşar Kemal’in bu tanımından hareketle baktığımızda modernleşmeyle birlikte bu halk anlatılarının devlet kurumlarınca elden geçirildiği ve devlet ideolojisi tarafından manipüle edildiğini söylemek mümkündür. Çok bilindik batı masalları hali hazırda bu süzgeçten geçerek bu coğrafyaya gelmiştir. Ancak bu coğrafyada herkesin birlikte dinlediği iki örneğe; Keloğlan Masalları ve Nasrettin Hoca fıkralarına biraz daha yakından bakarak müdahale ve terbiyenin ana unsurlarını ve boyutunu görebiliriz.

 

Keloğlan ve Nasrettin Hoca fıkraları ve hikayelerinin külliyatı oldukça geniştir. Yüzlerce yıldır geniş bir coğrafyada anlatılıyor, aktarılıyorlar. Balkanlarda Nasrettin Hoca benzeri anlatılara, İran’da Keloğlan muadillerine rastlıyoruz. Çok temel bir unsur olarak bu anlatıların anlatıldığı dönemde halkın dertlerini, pratiklerini, kavgalarını ve düşlerini içerdiklerinin altını çizmek gerekiyor. Özetle toplum ne yaşıyorsa anlatı da bu yaşamın unsurlarını içeriyor. Halk bunu bazen abartarak bazen gülünçleştirerek bazen de tersine çevirerek yapıyor. Konumuz olan terbiye meselesi de burada devreye giriyor. Sözlü bir şekilde dilden dile aktarılan topluma ait olan unsurları içerirken devletin tornasından geçen anlatı devletin vatandaş tahayyülünü içermeye başlıyor.

 

İlk olarak Keloğlan masallarına bakabiliriz. Benim için Keloğlan masalları devlet ve devletlülerle karşılaşmanın resmedilişi bakımından bu topraklardaki en iyi örneklerdir. Keloğlan masallarına bu günden baktığımızda, sürekli hata yapan şapşal bir oğlan görüyoruz. Bu figür okul kitaplarına kadar giriyor. Eski metinlere baktığımızda ise anlatının mekanı katmanlı, sınıflı bir toplumsal yapıdır. Keloğlan ise ne üstünde ne başında olan yoksul bir oğlandır. Tahir Alangu’dan alıntıyla; bu oğlanın dünyada bir garip başı ile bir yırtık peşi vardır, başında poşusu kimseden de korkusu yoktur. Bu haliyle Keloğlan yoksul halkın kendisiyle özdeşleştirdiği, yoksulluğuna rağmen bilgelik, zeka ve kurnazlık atfettiği bir karakterdir. İktidarla her karşılaşmasında onu alt eder, kandırır zaman zaman adalet eleştirisi yapar. Ancak ideolojik müdahale ile sadece şapşal bir oğlan olarak resmedilir Keloğlan. İçindeki eleştiri unsurları ortadan kalkar. Burada toplumun kendisiyle özdeşleştirdiği bir figüre yapılan müdahalenin travmatik ve güçsüzleştirici bir etkisi de vardır.

 

İkinci örnek olarak da Nasrettin Hoca fıkralarına bakabiliriz. Bize sunulan örneklerin dışında el yazmalarına baktığımızda Nasrettin Hoca devletin gönderdiği hocadır, bilen kişidir bazı örneklerde ise kadıdır. Bu rolleri ile resmi dinin ve adaletin halk gözündeki algısını temsil eder. Kimi zaman din diyanetten hiç anlamayan, kimi zaman hırsızlık yapan, çapkın veya kolay kandırılan bir figür olarak karşımıza çıkar. Bu anlatılarda aslında devletin gönderdiği hocanın halk tarafından nasıl algılandığını, nasıl karikatürize edildiğini görürüz. Ancak günümüze geldiğimizde doğru sözün sahibi bir figür haline gelir Nasrettin Hoca. Örneğin “Parayı Veren Düdüğü Çalar” fıkrasına baktığımızda para ile ilgili bir norm oluşturan Hoca söz konusudur ve aslında her şeyin bir karşılığı var demektedir. Oysa Nasrettin Hoca fıkralarının ruhuna baktığımızda bu ancak “paragöz” hoca şeklinde temsil bulabilecek bir davranış biçimidir.

Keloğlan Masalları ve Nasrettin Hoca fıkraları gibi birçok örnekte halk anlatısındaki ruh ve mizahın ters yüz edildiğini, norm ve değerlerin sistemik olanlarla yer değiştirdiğine dair örnekler bulabiliriz. Bu da aslında hayatı algılama ve bir aktarım aracı olan halk anlatısının sistem eline geçmesiyle kesintiye uğradığını ve sistem değerlerini taşımanın bir aracı haline geldiğini göstermektedir. Yine parantez içinde bu anlatılar içinde kadınların sesinin de daha duyulur olduğunu yeni dönemde bu sesin tamamen ortadan kalktığını da tespit edebiliriz.

Son olarak 1960’larda Tomi Ungerer tarafından yazılan bir çocuk kitabı olan “3 Haydut”tan bahsetmek istiyorum. Kitap yazıldığında çocuklar için uygun olmadığı gerekçesiyle epey tartışma yaratmış. Hikayede alay bozan kornası, karabiber körüğü ve baltasıyla zenginlerin arabalarının yolunu kesip mallarına el koyan üç haydudun maceraları anlatılıyor. Bu üç haydut günün birinde içinde sadece küçük bir kız çocuğu olan bir arabayı durdurur. Tiffany adındaki bu küçük kız kimsesizdir ve onu pek sevmeyen halasının yanına gitmek istememektedir. Haydutlar arabada alınacak hiçbir şey olmadığı için kız çocuğunu alıp şatolarına getirirler. Ona bir yatak verirler, ertesi gün uyandığında Tiffany o kadar hazineyle ne yaptıklarını sorar haydutlara. Haydutlar o güne kadar cevap aramadıkları bu soruya şaşırırlar. Ve sonra Tiffany gibi kimsesiz çocuklar için kullanmaya çalışırlar.

Küçük bir kız çocuğunun kaçırılmasının bir çocuk kitabında yer alması epey tartışma yaratmış o dönemde. Bu tartışma için halk birlikte ne dinlerdi birbirlerine ne anlatırdı diye baktığımızda eşkıya anlatılarının bu coğrafyanın önemli bir unsuru olduğunu, Çakırcalı Efeyi, Köroğlu destanlarını ve batılı karşılığı Robin Hood’u hatırlayabiliriz.

 

Bir Cevap Yazın

Please log in using one of these methods to post your comment:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s